NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
132 - (2473) حدثنا
هداب بن خالد
الأزدي. حدثنا
سليمان بن المغيرة.
أخبرنا حميد
بن هلال عن
عبدالله بن الصامت.
قال: قال أبو
ذر:
خرجنا
من قومنا
غفار. وكانوا
يحلون الشهر
الحرام. فخرجت
أنا وأخي أنيس
وأمنا. فنزلنا
على خال لنا.
فأكرمنا
خالنا وأحسن
إلينا. فحسدنا
قومه فقالوا:
إنك إذا خرجت
عن أهلك خالف
إليهم أنيس.
فجاء خالنا
فنثا علينا
الذي قيل له.
فقلت: أما ما
مضى من معروفك
فقد كدرته،
ولا جماع لك فيما
بعد. فقربنا
صرمتنا.
فاحتملنا عليها.
وتغطى خالنا
ثوبه فجعل
يبكي.
فانطلقنا حتى
نزلنا بحضرة
مكة. فنافر
أنيس عن
صرمتنا وعن
مثلها. فأتيا
الكاهن. فخير
أنيسا. فأتانا
أنيس بصرمتنا
ومثلها معها.
قال: وقد
صليت، يا ابن
أخي! قبل أن
ألقى رسول الله
صلى الله عليه
وسلم بثلاث
سنين. قلت:
لمن؟ قال: لله.
قلت: فأين
توجه؟ قال:
أتوجه حيث
يوجهني ربي.
أصلي عشاء حتى
إذا كان من
آخر الليل
ألقيت كأني خفاء.
حتى تعلوني
الشمس.
فقال أنيس: إن
لي حاجة بمكة
فاكفني.
فانطلق أنيس
حتى أتى مكة.
فراث علي. ثم
جاء فقلت: ما
صنعت؟ قال:
لقيت رجلا
بمكة على
دينك. يزعم أن
الله أرسله.
قلت: فما يقول
الناس؟ قال:
يقولون: شاعر،
كاهن، ساحر.
وكان أنيس أحد
الشعراء.
قال أنيس: لقد
سمعت قول
الكهنة. فما
هو بقولهم. ولقد
وضعت قوله على
أقراء الشعر.
فما يلتئم على
لسان أحد
بعدي؛ أنه
شعر. والله!
إنه لصادق. وإنهم
لكاذبون.
قال: قلت:
فاكفني حتى
أذهب فأنظر. قال
فأتيت مكة.
فتضعفت رجلا
منهم. فقلت:
أين هذا الذي
تدعونه
الصابئ؟
فأشار إلي،
فقال: الصابئ.
فمال علي أهل
الوادي بكل
مدرة وعظم.
حتى خررت
مغشيا علي.
قال فارتفعت
حين ارتفعت،
كأني نصب
أحمر. قال
فأتيت زمزم
فغسلت عني
الدماء: وشربت
من مائها.
ولقد لبثت، يا
ابن أخي!
ثلاثين، بين
ليلة ويوم. ما
كان لي طعام
إلا ماء زمزم.
فسمنت حتى
تكسرت عكن
بطني. وما
وجدت على كبدي
سخفة جوع. قال
فبينا أهل مكة
في ليلة قمراء
إضحيان، إذ
ضرب على
أسمختهم. فما
يطوف بالبيت
أحد. وامرأتين
منهم تدعوان
إسافا ونائلة. قال
فأتتا علي في
طوافهما فقلت:
أنكحا أحدهما
الأخرى. قال
فما تناهتا عن
قولهما. قال
فأتتا علي.
فقلت: هن مثل
الخشبة. غير
أني لا أكني.
فانطلقتا
تولولان،
وتقولان: لو
كان ههنا أحد
من أنفارنا!
قال
فاستقبلهما
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم وأبو
بكر. وهما
هابطان. قال "ما
لكما؟" قالتا:
الصابئ بين
الكعبة
وأستارها. قال
"ما قال
لكما؟" قالتا:
إنه قال لنا
كلمة تملأ
الفم. وجاء
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم حتى
استلم الحجر.
وطاف بالبيت
هو وصاحبه. ثم
صلى. فلما قضى
صلاته (قال
أبو ذر) فكنت
أنا أول من
حياه بتحية
الإسلام. قال
فقلت: السلام
عليك يا رسول
الله! فقال "وعليك
ورحمة الله".
ثم قال "من
أنت؟" قال قلت:
من غفار. قال
فأهوى بيده
فوضع أصابعه
على جبهته.
فقلت في نفسي:
كره أن انتميت
إلى غفار.
فذهبت آخذ
بيده. فقدعني
صاحبه. وكان
أعلم به مني.
ثم رفع رأسه.
ثم قال "متى
كنت ههنا؟"
قال قلت: قد
كنت ههنا منذ
ثلاثين، بين
ليلة ويوم.
قال "فمن كان
يطعمك؟" قال
قلت: ما كان لي طعام
إلا ماء زمزم.
فسمنت حتى
تكسرت عكن
بطني. وما أجد
على كبدي سخفة
جوع. قال "إنها
مباركة. إنها
طعام طعم".
فقال أبو بكر:
يا رسول الله!
ائذن لي في
طعامه الليلة.
فانطلق رسول
الله صلى الله
عليه وسلم وأبو
بكر. وانطلقت
معهما. ففتح
أبو بكر بابا.
فجعل يقبض لنا
من زبيب
الطائف. وكان
ذلك أول طعام
أكلته بها. ثم غبرت
ما غبرت. ثم
أتيت رسول
الله صلى الله
عليه وسلم
فقال "إنه قد
وجهت لي أرض
ذات نخل. لا أراها
إلا يثرب. فهل
أنت مبلغ عني
قومك؟ عسى الله
أن ينفعهم بك
ويأجرك فيهم".
فأتيت أنيسا
فقال: ما
صنعت؟ قلت:
صنعت أني قد
أسلمت وصدقت.
قال: ما بي
رغبة عن دينك.
فإني قد أسلمت
وصدقت. فأتينا
أمنا. فقالت:
ما بي رغبة عن
دينكما. فإني
قد أسلمت
وصدقت.
فاحتملنا حتى
أتينا قومنا
غفارا. فأسلم
نصفهم. وكان
يؤمهم إيماء بن
رحضة الغفاري.
وكان سيدهم. وقال
نصفهم: إذا
قدم رسول الله
صلى الله عليه
وسلم المدينة
أسلمنا. فقدم
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم المدينة.
فأسلم نصفهم
الباقي. وجاءت
أسلم. فقالوا:
يا رسول الله!
إخوتنا. نسلم
على الذين
أسلموا عليه.
فأسلموا. فقال
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم "غفار
غفر الله لها.
وأسلم سالمها
الله".
{132}
Bize Heddâb b.
Hâlid-El-Ezdi rivayet etti. (Dediki): Bize Süleyman b. Muğire rivayet etti.
{Dediki): Bize Humeyd b. Hilâl, Abdullah b. Sâmid'deıı naklen haber verdi.
(Demişki): «Ebû Zer şunları söyledi:
Kavmimiz Gıfâr'ın arasından
çıktık. Onlar haram ayı helâl yapıyorlardı. Ben, kardeşim Üneys ve annemiz
(birlikte) çıktık. Ve bir dayımıza misafir olduk. Dayımız bize ikram ve ihsanda
bulundu. Derken kavmi bize hased ederek:
— Sen ailenin yanından çıktığın vakit Üneys
onlara muhalefet etti, dediler. Sonra dayımız geldi. Ve kendisine söyleneni
bize ifşa etti. Ben de:
— Bize geçen iyiliğin yok mu, onu muhakkak
surette berbad ettin. Bundan sonra sana yaklaşmak yok, dedim. Hemen
develerimizi yanaştırdık ve üzerlerine bindik. Dayımız elbisesine sarınarak
ağlamağa başladı. Biz yolumuza devam ettik. Nihayet Mekke kenarına indik.
Derken Üneys bizim develerimizle onların misli develer nâmına şiir yarışına
girdi. Ve her iki taraf kâhine gittiler. O Üneys'i daha hayırlı bulmuş. Bunun üzerine
Üneys yanımıza develerimizle, bir misli de beraberlerinde olduğu halde geldi.
Ebû Zer:
— Ey kardeşim oğlu! Ben Nebi (Sallallahu Aleyhi
ve Sellem)'e kavuşmamdan üç sene önce namaz kıldım, dedi.
— Kime? diye sordum.
— Allah'a! dedi.
— Nereye doğru dönüyorsun? dedim.
— Rabbim beni nereye çevirirse oraya doğru!
Yatsıyı kılıyorum, gecenin sonu geldi mi, tâ güneş üzerime vuruncaya kadar bir
örtü gibi seriliyorum, dedi.
Üneys dedi ki: Benim
Mekke'de bir hacetim var. Bana baş göz ol! Müteakiben Üneys yola düştü. Nihayet
Mekke'ye varmış. Yanıma dönmekte biraz gecikti. Sonra geldi.
— Ne yaptın? dedim.
— Mekke'de senin dininde bir adam'a rastladım.
Kendisini Allah gönderdiğini söylüyor, dedi.
— Ya Halk ne söylüyor? diye sordum.
— Şâir, kâhin, sihirbaz diyorlar, cevâbını
verdi. Üneys de şâirlerden biriydi.
Üneys dedi ki: Ben
gerçekten kâhinlerin sözünü dinledim ama onunki kâhinlerin sözü değil. Onun
sözünü şâir nevilerine tatbik ettim, fakat benden sonra ona şiir demeye
kimsenin dili varmaz. Vallahi o hakikaten doğrucu, kâhinler de gerçekten
yalancıdırlar. Ebû Zer dedi ki:
— O halde bana baş göz ol, tâ ki gidip göreyim,
dedim ve Mekke'ye geldim. Mekkelilerden zayıf bir adam buldum. Ve :
— Kendisine sapık dediğiniz zât nerededir? diye
sordum. Bana işaret etti.
— Al sapığını! dedi. Az sonra vadinin sakinleri
bütün topaç ve kemiklerle üzerime hücum ettiler. Hattâ bayılarak düştüm.
Kalktığım vakit dikili taşlar gibi kıpkırmızı idim. Hemen zemzeme giderek üzerimden kanları yıkadım ve suyundan içtim.
Yemin olsun kardeşim oğlu otuz günle gece arası durdum. Zemzem suyundan başka
yiyeceğim yoktu. Ama semizledim. Hattâ karnımın büküntüleri kıvrıldı. Karnımda açlık zafiyeti
hissetmedim. Bir ara Mekkeliler ay aydınlığı bir gecede ansızın uyudular.
Kabe'yi kimse tavaf etmiyordu. Onlardan iki kadın İsâf ve Nâile'ye dua
ediyorlardı. Tavafları esnasında yanıma geldiler. Ben: Bunların birini diğerine
nikâh edin, dedim. Fakat onlar sözlerinden vaz geçmediler. Ve yanıma geldiler.
— Odun gibi şey, yalnız
ben kinaye söylemiyorum, dedim. Bunun üzerine kadınlar velvele kopararak
gittiler. Bizim neferlerimizden biri burada olsaydı ya! diyorlardı. Az sonra
karşılarına Resûlullah (Sallallahu
Aleyhi ve Sellem) ile Ebû Bekr çıktı. Yukardan iniyorlardı. (Onlara): «Size ne
oldu?» diye sordu.
— Dinsiz Kâ'be ile örtülerinin arasındadır,
dediler. «Size ne söyledi?» diye sordu.
— O bize ağzı dolduran sözler söyledi, dediler.
Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) gelerek Hacer (i esved) i öptü. Ve
arkadaşı ile birlikte Kâ'be'yi tavaf etti. Sonra namaz kıldı. Namazını
bitirince (Ebû Zerr demişki): Onu İslâm'ın selâmı ile ilk selâmlayan ben oldum.
Ve selâm sana yâ Resûlallah! dedim.
«Sana da... Allah'ın
rahmeti de... buyurdu. Sonra:
«Sen kimsin?» diye
sordu.
— Gıfâr'dan'ım, dedim. Bunun üzerine eli ile
uzanarak parmaklarını alnına koydu. Ben kendi kendime: Benim Gıfâr'a mensub
olmamı kerih gördü, dedim. Ve elini tutmaya kalkıştım. Arkadaşı derhal beni men
etti. Onu benden iyi biliyordu. Sonra Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
başını kaldırdı ve :
«Ne zamandan beri
buradasın?» diye sordu. Ben:
— Gecesi gündüz otuz günden beri buradayım,
dedim. «O halde seni kim doyuruyordu?
dedi.
— Zemzem suyundan başka yiyeceğim yoktu ama
semizledim. Hattâ karnımın kıvrımları kırıldı. Karnımda bir açlık zaafı da
görmüyorum, dedim.
«O gerçekten mübarektir.
O hakikaten doyurucu yemektir.» buyurdular. Ebû Bekr:
— Yâ Resûiallah! Bu gece onu doyurmak için bana
izin ver! dedi. Müteakiben Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile Ebû
Bekr gittiler. Ben de onlarla beraber gittim. Ebû Bekr bir kapı açtı ve bize
Tâif'in kuru üzümünden avuçlamaya başladı. Bu Mekke'de yediğim ilk yemek oldu.
Sonra kaldığım kadar
kaldım ve Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'e geldim de:
«Bana gerçekten hurmalık
bir yerin semti gösterildi. Onun Medine'den başka bir yer olacağını sanmıyorum.
Sen kavmine benden (bir şeyler) tebliğ eder misin? Ola ki, Allah senin
vasıtanla onları faydalandırır. Ve onlar hakkında sana ecir verir.» buyurdular.
Sonra Üneys'e geldim.
— Ne yaptın? diye sordu.
— Şunu yaptım ki; ben gerçekten müslüman oldum
ve tasdik ettim, dedim.
— Ben senin dinine karşı değilim; çünkü ben do
müslüman oldum ve tasdik eltim, dedi. Bunu nıüteâkib annemize geldik. O da :
— Ben sizin dininize karşı değilim; çünkü ben
de müslüman oldum ve tasdik ettim, dedi. Bunun üzerine hayvanlara bindik ve
kavmimiz Gıfâr'a geldik. Onların da yarısı müslüman oldu. Kendilerine Eymâ' b.
Rahadate'l-Gıfâri imam oluyordu. Reisleri idi.
Yarısı da: Resûlullah
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Medine'ye geldiği vakit müslüman oluruz, dediler.
Az sonra Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Medine'ye geldi. Onların
kalan yarısı da müslüman oldular. Eslem kalilesi dahi gelerek:
— Yâ Resûlallah! Bunlar bizim kardeşlerimizdir.
Onlar ne üzerine müslüman oldularsa, biz de müslüman oluruz, dediler. Ve
müslümanliğı kabul ettiler. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve
Sellem):
«Gıfâr! Allah ona
mağfiret buyursun! Eşlem! Allah ona da selâmet versin!» buyurdular.
132-م - (2473)
حدثنا إسحاق
بن إبراهيم
الحنظلي.
أخبرنا النضر
بن شميل.
حدثنا سليمان
بن المغيرة.
حدثنا حميد بن
هلال، بهذا
الإسناد. وزاد
بعد قوله - قلت
فاكفني حتى
أذهب فأنظر -
قال: نعم. وكن
على حذر من
أهل مكة.
فإنهم قد
شنفوا له
وتجهموا.
{m-132}
Bize İshâk b. İbrahim
El-Hanzali rivayet etti. (Dediki): Bize Nadr b. Şümeyl haber verdi. (Dediki):
Bize Süleyman b. Muğira rivayet etti. (Dediki): Bize Humeyd b. Hilâl bu isnadla
rivayette bulundu. O : «Dedim ki, o halde bana baş göz ol da gidip göreyim»
cümlesinden sonra şunu ziyade etti. (Dediki): Evet! (Olur!) Hem Mekkelilerden
korunur Çünkü onlar o zâta buğzederler. Kendisini suratsız karşılarlar.»
132-م 2 - (2473)
حدثنا محمد بن
المثنى
العنزي. حدثني
ابن أبي عدي
قال: أنبأنا
ابن عون عن
حميد بن هلال،
عن عبدالله بن
الصامت، قال: قال
أبو ذر: يا ابن
أخي! صليت
سنتين قبل
مبعث النبي
صلى الله عليه
وسلم. قال قلت:
فأين كنت توجه؟
قال: حيث
وجهني الله.
واقتص الحديث
بنحو حديث
سليمان بن
المغيرة. وقال
في الحديث:
فتنافروا إلى
رجل من
الكهان. قال
فلم يزل أخي،
أنيس يمدحه
حتى غلبه. قال
فأخذنا صرمته
فضممناها إلى
صرمتنا. وقال
أيضا في
حديثه: قال
فجاء النبي
صلى الله عليه
وسلم فطاف
بالبيت وصلى
ركعتين خلف
المقام. قال
فأتيته. فإني
لأول الناس
حياه بتحية
الإسلام. قال
قلت: السلام
عليك يا رسول
الله! قال
"وعليك
السلام. من
أنت". وفي
حديثه أيضا:
فقال "منذ كم
أنت
ههنا؟" قال
قلت: منذ خمس
عشرة. وفيه:
فقال أبو بكر:
أتحفني
بضيافته
الليلة.
{m-132-2}
Bize Muhammcd b. Müsennâ
El-Anczi rivayet etti. (Dediki): Bana İbnü Ebi Âdiy rivayet etti. (Dediki):
Bize İbni Avn, Humeyd b. Hilâl'den, o da Abdullah b- Sâmit'den naklen haber
verdi. Şöyle demiş :
Ebu Zer :
— Ey kardeşim oğlu! Ben Nebi (Sallallahu Aleyhi
ve Sellem)'in gönderilmesinden iki sene önce namaz kıldım, dedi. Abdullah
demişki ; Ben:
— O halde nereye dönüyordun? diye sordum.
— Allah'ın beni döndürdüğü yere... dedi.
Ve râvi hadisi Süleyman
b. Muğıra'nın hadisi gibi rivayet etti. Bu hadisde o şunu da söyledi :
«Bunun üzerine her ikisi
kâhinlerden bir adama gittiler. Kardeşim Üneys ona galebe çalıncaya kadar
kâhini methetmekte devam etti. Bunun üzerine onun develerini aldık ve kendi
develerimize kattık.»
Hadisinde şunu söyledi:
«Dediki: Az sonra Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) gelerek beyti tavaf etti.
Ve makamın arkasında iki rekât namaz kıldı. Müteakiben yanına vardın Gerçekten
onu İslâm'ın selâmiyla selâmlayan ilk insan benim: Selâm sana yâ Resûlallah!
dedim. «Sana da selâm! Sen kimsin?» buyurdu.»
Yine onun hadisinde:
«Sen kaç zamandır buradasın? diye sordu. Ben: On beş gündür! cevabını verdim»
cümlesi vardır. Bu hadisde: «Ebû Bekr bu gecenin ziyafeti için bana bağışla
dedi» cümlesi de vardır.
İzah:
Sırme: Deve sürüsü
demektir. Bazen koyun sürüsüne de ıtlak olunur.
Münâfera: Karşılıklı
öğünrne ve muhakeme olunmaktır. İki kişiden her biri diğerinden üstün çıkmak
için öğünür; sonra üçüncü birini hakem tayin ederler. O hangisinin üstün
olduğuna hüküm verirse, bahsi o taraf kazanmış olur. Arablar bunu şiirde
yaparlar, kazanan tarafa verilmek üzere her iki taraf ortaya ödüller
koyarlardı. Kazanan şâir iki tarafın ödüllerini de alırdı. Hz. Üneys hatırı
sayılır bir şâirmiş. Hakemlik için baş vurdukları kâhin de şâirmiş. Hz.
Üneys'in kiminle şiir müsabakasına girdiği malûm değildir. Yalnız hadisin
ikinci rivayetinden anlaşıldığına göre kâhini metheden şiirler söylemiş ve
bahsi kazanmıştır. Hasmı da kendisi gibi bir sürü deve ortaya koyduğu için
bahsi kazanan Üneys kendi sürüsüyle beraber onun develerini de alıp gelmiştir.
Bundan sonra mallarının başında biraderini bırakarak bir işle Mekke'ye gitmiş,
orada Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in zuhurunu işitmiş. Mekke halkının
onun hakkında şâir, kâhin ve sâhir gibi sözler sarfettiklerini işittikten sonra
kendisiyle görüşmüş ve bu söylenenlerin tamâmiyle yalan olduğunu anlamıştır.
Demek oluyor ki, büyük bir şâir olan Üneys, Kur'ân-ı Kerim'in şiir olmadığını
kat'i bûrette ispat etmiştir.
Sâbii: Dininden dönüp
başka bir dine giren demektir. Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
putperestlikte Mekkeli1er'e muvafakat letmediği için ona sâbii diyorlardı.
«Dikili taşlar gibi
kıpkırmızı idim...» tâbirinden murad kana boyanmıştım, demektir. Câhiliyyet
devrinde Arablar taştan putlar dikerler on'ların karşısında kurban keserler;
sıçrayan kanlardan putlar kıpkırmızı kesilirdi. Yediği dayaktan kanlar içinde
kalan Ebû Zer (Radiyallahû unh) hâlini bunlara benzeterek anlatmıştır.
İsaf ile Naile : Birer
puttur. İbni Necih'in rivayetine göre vaktiyle isaf nâmında bir adamla Naile
adında bir kadın Şam'dan kalkarak hacca gitmişler. Tavaf esnasında erkek kadını
öpmüş ve oracıkta ikisi de taş olmuşlar. İslâmiyet gelinceye kadar da birer put
qlarak Harem-i Şerif 'de kalmışlar. Nihayet, müslümanlar tarafından oradan
atılmışlar. Hz. Ebû Zerr'in gördüğü kadınlar bunlara ibâdet ediyormuş. Bittabi
İslâmiyet yeni zuhur ettiği için putlar henüz orada imişler. Hz. Ebû Zer'in
kadınlara evvelâ: «Bunları birbirine nikahlayın!» diyerek onları tahkir etmiş.
Sonra daha ağır konuşarak: «Odun gibi şey...» demiştir.
Hen: Şey, demektir. Bu
kelime her şey hakkında kullanılabilirse de ekseriyetle ferc ve zekerden (yâni;
erkekle kadının tenasül uzuvlarından) kinaye olur. Şu halde Hz. Ebû Zer'in sözü
fercin içine sokulmuş odun gibi mânâsına gelir. Bununla o isaf ve Nâile'ye
sövmek istemiştir. Kadınlar bunu duyunca feryadı basmış: «Ah! Bizim
adamlarımızdan biri burada olsaydı, biz yapacağımızı bilirdik!» demek
istemişlerdir. Velvele ve çığlıklar içerisinde Nebi (Sallallahu Aleyhi ve
Sellem)'e tesadüf edince kendilerine :
«Ne oldu size?» diye
sormuş. Onlar da; «Ka'be ile örtülerinin arasında sapık bir adam bize ağza
alınmaz sözler söyledi.» diye dert yanmışlardır. «Ağzı dolduran söz»'den murad;
ağza alınmaz söz, daha çirkini bulunmayacak kadar kötü sözdür.
Hadia-i şerif Hz. Ebû
Zerr'in faziletine delildir. Onun aracılığı ile bütün kavmi müslüman olmuş,
sonra onlara bakarak Eslem kabilesi de İslâm'a girmiştir. Buna pek ziyade
memnun olan Resûl-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), Gıfar ve Eslem
kabilelerine ayrı ayrı dua etmiş :
«Gıfâra Allah mağfiret
buyursun! Esleme de Allah selâmet versin!» buyurmuştur.